PKK 5-7 Mayıs tarihleri arasında düzenlediği 12. Kongre’de aldığı kararla kendini feshetti. Ancak PKK’nin bu kararına rağmen, geçtiğimiz hafta KCDK-E eski eş başkanı Yüksel Koç “PKK üyeliği” iddiasıyla Almanya’da tutuklandı.
PKK’nin fesih kararı sonrasında Alman hükümetinin izleyeceği politikalara ilişkin Die Linke Federal Parlamento üyesi Cansu Özdemir ile Almanya’nın politikalarını ve Türkiye’de başlatılan sürece yaklaşımını konuştuk.
Almanya bu sürece ilişkin hangi adımları atmalı? Siz, Die Linke olarak konuyu parlamento gündemine nasıl getirmeyi düşünüyorsunuz? Ya da getirmeyi düşünüyor musunuz?
Pazartesi günü iki yazılı soru sordum. Birincisi; Türkiye'de başlayan barış sürecinin, özellikle PKK'nin kendini feshetmesini açıklayarak tarihi bir adım atmasıyla birlikte Alman devletinin bu konudaki tutumunun nasıl olacağıydı. PKK yasağına ilişkin bundan sonraki siyasi adımlar nasıl atılacak, gibi.
Özellikle Yüksel Koç'un Bremen'de tutuklanmasıyla, nasıl bir yol izlemek istediğini aslında belli etti yeni Alman hükümeti. Bu yaklaşımı açıkçası manidar buluyorum. Çünkü sonuçta tarihi bir adım atıldı ve tarihi bir şans var. Bir barış süreci başlatıldı; Alman hükümeti aslında çok önemli ve olumlu bir rol oynayabilir. Almanya'da yaşayan 2 milyon Kürdistanlı insandan, yani en büyük ikinci göçmen grubundan bahsediyoruz.
‘ALMAN HÜKÜMETİ TÜRKİYE ÜZERİNDE BASKI KURMALI’
İkinci önergeniz neydi?
İkinci sorumuz ise, Alman devletinin ve Alman hükümetinin bu sürece nasıl dahil olacağıydı. Yedi gün içerisinde cevaplanmasını bekliyoruz. Fakat yapılan açıklamada, açıkçası Alman hükümetinin nasıl bir plan izlediğini çok göremedim.
Biz özellikle Sol Parti olarak, yeni kurulan Alman hükümetinin bu sürece olumlu yaklaşmasını ve desteklemesini talep ediyoruz. Bir süreç başladı, fakat bir barış sürecinde iki taraf da aynı haklara sahip olmalı. İki taraf da garantiye alınmış haklara sahip olmalı.
Biz bunu Sayın Abdullah Öcalan konusunda göremiyoruz. Sonuçta kendisi İmrali Adası’nda hâlâ izolasyon altında; özgür bir şekilde bu sürece müdahale edemiyor, hareket edemiyor, konuşamıyor. Bundan kaynaklı, Alman devletinin bence ilk görevi Türkiye üzerinde, Türk devleti üzerinde baskı kurması ve Sayın Abdullah Öcalan'ın özgür bırakılmasıdır. Çünkü sonuçta Sayın Abdullah Öcalan direkt bu sürecin sözcüsüdür, anahtarıdır ve bu süreç onun özgürleşmesiyle daha olumlu adımlarla ilerleyecektir. Bundan dolayı bizim de talebimiz budur.
İkincisi, özellikle PKK yasağının kaldırılması. Kendini fesheden bir örgütün hâlâ Almanya'da yasak olmasını ve bu yasak üzerinde insanların, aktivistlerin, siyasetçilerin tutuklanmasını hukuki bulmuyorum.
PKK YASAĞIYLA İLGİLİ GEREĞİNİ YAPIN
Almanya, Türkiye'deki barış sürecini desteklemek için özellikle Almanya içerisine gelmiş, göç etmiş ve buranın yaşamına uyum sağlamış, fakat örneğin sizin gibi zamanında PKK yasağı nedeniyle mağdur edilmiş kişilere ilişkin nasıl bir süreç izlemeli? Örneğin Kürt derneklerinin, ki bu barış sürecinin en önemli aktörlerinden biri bu dernekler, barışın tabana yayılması açısından. Kürt derneklerine nasıl yaklaşılmalı? Kürt toplumuyla nasıl bir iletişim geliştirilmeli?
Her şeyden önce, yeni kurulan Alman hükümeti kendine şu soruyu sormalı: 2 milyon Kürt’ten bahsediyoruz. Burada yaşayan -neredeyse dört ve beş kuşaktır yaşayan-, özellikle ekonomi açısından büyük bir güç oluşturan bir kitleden bahsediyoruz. Almanya ekonomisini, özellikle ticaret yoluyla kurulmuş olan şirketlerden ve vergilerden dolayı çok önemli bir şekilde etkileyen ve destekleyen bir göçmen grubundan bahsediyoruz.
Fakat Alman devletinin bugüne kadar izlediği tek bir tutum vardı: Kürdistanlıları kriminalize etmek! Sadece PKK yasağı adı altında değerlendirmek, Kürt halkının Almanya'ya, Almanya'daki etkisini, pozitif anlamda katkısını, topluma olan katkısını, barışçıl bir şekilde sunduğu perspektiflerini görmezden geldi. Daha doğrusu her zaman bastırmaya çalıştı.
Özellikle son yıllarda bunu açıkça gördük. Sadece dernek baskınlarından bahsetmiyoruz; Newroz kutlamalarının yasaklanmasıyla birlikte, Kürtçe yazılan kitaplara da el koydu. Bu el koymalardan da bahsediyoruz.
Yani, Almanya’nın Kürtlere yönelik siyasetini değiştirmesi gerekiyor ve bu konuda yeni bir konsept oluşturması gerekiyor. En büyük göçmen grubu Türklerden oluşuyor ve bugüne kadar Türk camilerine, Türk kurumlarına -özellikle Türk derneklerine- finansal anlamda destek veren çok sayıda hükümet oldu bu ülkede.
Biz açıkçası şaşırıp kalıyoruz. Çünkü sonuçta Kürt derneklerinde özellikle kültürel faaliyetler yürütülüyor, önemli eğitimler yapılıyor, burada okuyan çocuklar için danışmanlık veriliyor. Bunlar, topluma katkıda bulunan önemli faaliyetler.
Siyasi açıdan şunu da belirtmek istiyorum: İran'da protestolar başladıktan sonra, özellikle Sosyal Demokratlar, Yeşiller, herkes ‘Jin, Jiyan, Azadî’ demeye başladı. Fakat herkes kendi ‘Jin, Jiyan, Azadî’sini yaratmaya çalıştı. Oysa herkes çok iyi biliyor ki ‘Jin, Jiyan, Azadî’nin yaratıcısı Abdullah Öcalan'dır.
Bence bu önemli bir noktadır ve bunu da kabul etmeleri gerekiyor. Özellikle bu felsefeyi doğru bulduklarını da biliyoruz. Ama bu felsefeyi doğru da buluyorsanız, bu mücadeleyi de bir nevi doğru buluyorsanız, gereğini yapmalısınız.